Pozicioni i dytë është tërësisht Turqia

İkinci mevki tamamen Türkiye’dir :İlk kez gittiğim bir şehirde en çok toplu taşıma araçlarında insanların tutum ve davranışları dikkatimi çeker. Bir otobüsün, trenin, tramvayın, geminin, vapurun içi bana o şehrin kültürel, sosyolojik, ekonomik bir yansıması gibi gelir. Yaklaşık bir yıldır Belçika’da yaşıyorum. Belçika’daki toplu taşıt manzaralarını belki başka bir yazıda anlatırım. Arada bir İstanbul’a gelip gidiyorum. Metrobüsle birlikte genellikle tramvayı kullanıyorum. Günümüz İstanbul’unun toplu taşıt araçlarının kalabalığını anlatmaya gerek yok sanırım. Tam da böyle bir yolculukta yeniden okuduğum bir makale yaklaşık yetmiş yıl öncesinin İstanbul’uyla bugünün İstanbul’unu yeniden düşünmeme neden oldu. 1939 İstanbul’unun toplu taşıtlarındaki insan manzaralarını anlatan o yazı Halide Edip’e ait. Bu ay değerli kültür insanı ve kitap ekimizin sorumlusu Adnan Özer’in anlayışına sığınarak bu yazıya dair düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. İstanbul’un değişen ve değişmeyen kaderinin toplu taşıtlar üzerinden yansımaları sizlerin de dikkatini çekecektir diye düşünüyorum.

1939’da İstanbul’da birinci ve ikinci mevki olmak üzere iki sınıf tramvayla yolculuk edilmektedir. Birinci mevkide daha çok yüksek gelirli insanlar yolculuk ederken, ikinci mevkide halktan, orta sınıf ve altından insanlar yolculuk etmektedir.
Halide Edip, Tramvaylara Dair (Akşam, No.7403, 2 Haziran 1939) makalesinde birinci mevki tramvayda karşılaştığı toplumsal manzaraları anlatır. Tramvay kalabalıktır. Ayaktakiler oturanlardan çoktur. Duraklarda yer açıldıkça gençler, ayaktaki ihtiyarlara rağmen boşalan yerlere oturur. Kayışlara iki koluyla sarılmış kırk yaşlarında bir adam, yazarın dikkatini çeker. Istırap çektiği yüzünden belli olan adam adeta “çarmıha gerilmiş” gibidir. Arka kemiğinden rahatsız olan bu adam sakattır. Açıkgözlüler, delikanlılar tramvaydan bir çırpıda inerken, adam tramvay basamaklarından bin bir güçlükle iner.
Halide Edip’in dikkatini çeken bir diğer yolcu ise hamile bir kadındır. Yazarın, “güzel değil, şık değil, genç değil” dediği bu kadın da dengesini sağlayabilmek için kayışlara var gücüyle sarılmıştır. Tramvaydaki diğer insanların, özellikle kadınların bu hanımı görmemeleri, onun farkında olmamaları Halide Edip için üzücüdür. Biraz sonra “gürbüz, sporcu, arka sokaktan bir delikanlı” bu kadına yerini verir. Çocuk bekleyen bir kadını ancak bu delikanlı fark edebilmiştir.
Galata’dan binen, yaşları on beş ile on yedi arasında olan üç genç de yazarın dikkatini çeker. Türkçeleri bozuk olan bu gençler yazara göre “Karagöz’deki Firuz Bey’in garplaşmış numuneleri”dir. Bu gençler arkaları pencerede siyah önlüklü öğrenci kızları bakışları ve sözleriyle rahatsız eder. Utançlarından kıpkırmızı kesilen kızları bir sonraki durakta fark ettikleri aile dostları kurtarır. Adam, kızlara selam verip konuşmaya başlayınca gençler oradan uzaklaşır.
Tramvay köprünün üstüne gelmiştir. Düdükler öterken halk denize bakar. Tramvay aniden durur. Galata’dan beri bağırarak konuşan, hatta kahkaha atan iki genç kız tramvayın neden durduğunu sorar. Görevli tayyare şehitlerinin geçtiğini, bunun için tramvayın durduğunu söyler. “Anladık” diyen ve kahkahalarına devam eden genç kızlara görevlinin cevabı sert olur: “Anladıysanız susmanız gerekir.”
Bir tramvay yolculuğunda karşılaştığı bu manzaralardan sonra yazar sosyal ve kültürel hayatımıza dair değerlendirmelerde bulunur. Halide Edip eski Türkiye’de bu tür manzaraların olamayacağını söylerken bu savını eski Türkiye’deki “sıkı cemaat hayat”ına bağlar. Bugün o gebe kadının ayakta kalması, ihtiyar ve sakatların fark edilmemesi o sıkı cemaat hayatının dağılmasındandır. Bu dağılma beraberinde kişisel otokontrol mekanizmasını ortadan kaldırmaktadır. Yazar bu durumları İngiltere ve Fransa’yla mukayese eder. Fransa’da sakatları, gebe kadınları, ihtiyarları tramvaylarda öncelikli kılan yasalar mevcutken İngiltere’de bu yasalar olmamasına rağmen bu durumdakilere öncelik, toplumsal bir yasa olmuştur.

Halide Edip’in Tramvayları

Halide Edip, makalesinin sonunda tramvaylarda “ahkâm çıkarmak”tan vazgeçer. Bu manzaralarla karşılaşmamak için ya otobüse ya da ikinci mevkiye bindiğini söylerken, dikkatini çeken bu manzaradan bir sonuç çıkarır: “İkinci mevki tamamen Türkiye’dir. Oraya herhangi modern, garplı bir milletin tramvayı da diyebilirsiniz… Burası bütün manasıyla birbirine bağlı bir cemaattir. Çocuklu ve gebe kadın, koltuk değnekli alîl yer bulur…” Yazar özlediği Türkiye’yi ikinci mevkide bulur. Bu, onu mutlu etse de o da artık değişen Türkiye’nin farkındadır. Bu taraflar kafasını kurcalamaya devam edecektir.
Halide Edip, Sokakta ve Tramvayda makalesinde “tramvay âlemi”ni anlatır. Tramvay Aksaray durağından Beşiktaş’a doğru yol almaya başladığından itibaren tramvayın içinin de dışının da değiştiğini söyler. Tramvayın içindeki didişme, itişme derece derece artmaktadır. Beyazıt’tan veya Sultanahmet’ten sonra kalabalık bir istif, bir insan yığını hâlini alır. Bu kalabalıklar her zaman kalabalığa çözüm yolları bulmak için tartışır, her gün yeni proje geliştirirler. Tramvaylar bu projelerin ortaya çıktığı mekânlar olmaktadır. Herkesin şehir hayatında sıkıntıları gidermek için ortaya attığı bir projesi muhakkak vardır. Sıkışıklığın, kalabalığın, sıcağın veya soğuğun yanı sıra bu proje sohbetleri her daim yolcuların, dinleyenlerin dudaklarında bir tebessüm bırakmıştır.
Dönem İstanbul’unda hemen herkes tramvaya binmektedir. Yazarın tabiriyle “köprünün diğer tarafı”nda da tramvaya binen bir kesim vardır. Fakat o tarafta özel araçları olan hususi bir kesim de mevcuttur. Tramvaylara yeni yeni binmeye başlayan bu kesimin alışık olmadığı bu yolculukların onlara çok şey öğreteceğini düşünen Halide Edip, bu kesimi “yaşamasını bilmeyenler” olarak görür ve ancak tramvaylara bindiklerinde bunu öğreneceklerine hükmeder. Halide Edip’e göre tramvaylar toplumsal hayatın kalbidir. Oradaki manzara İstanbul gibi en büyük şehirde toplumun her kesiminden insanları gösteren kültürel bir harita niteliğindedir. Bu haritadan muhtelif bölgeleri ve bu bölgelerdeki hayatları ele alan yazar, halkın içinde olmaktan mutludur. İstanbul konulu makalelerinde dikkati çeken bir şey de Halide Edip’in halkçı bakış açısıdır. Bir yolculuğu sırasında etrafında kış şartlarına uygun giyinemeyenleri gördüğünde üzerindeki kalın paltoya alışamayan ve bir bu paltoyu sorgulayıp duran yazarın bu tutumu herkesin eşit olduğu ve kimsenin üşümediği bir dünyayı hayal ettiğinin göstergesidir.
Yazarın eleştirisi, toplumda her geçen gün artan benmerkezci tezahürleredir. Düşünce planında ferdiyetçiliğe büyük önem veren Halide Edip “benmerkezci” tutumdan hoşlanmamakta, insanların birbirini kollayıp gözetmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu ferdiyetçi tutum kendini toplumsal hayatta bencillik, saygısızlık ve vurdumduymazlık olarak göstermektedir. Halide Edip, “Dünya bir ayna, ona hangi suretle bakarsan bak, içinde kendi aksini görürsün” cümlesini tramvaylarda yaptığı bütün yolculuklarda hatırlar. İstanbul değişmektedir. Özlediği İstanbul’un toplumsal hayatını, kültürünü, günlük yaşayışını da kendi dünyasındaki değişimlerin aksiyle algılar. Halide Edip, İstanbul makalelerinde en çok da kalabalıktan şikâyet eder. İncelik ve nezaketin de bu kalabalıkta kaybolup gittiğine inanır…

Bëhu i pari që komenton

lini një përgjigje

Adresa juaj e emailit nuk do të publikohet.


*